Kanser Hastalıkları Hakkında

BXP52994 Bu hastalık, bedenin bir bütün olarak tedavi edilmesini tüm hastalıklardan daha fazla gerektirmekle kalmayıp, net ve bütünü kapsayan bir bakış açısını da gerektirir. Kanserin bedensel ruhsal, fizyolojik, sosyolojik, çevresel kaynaklı ve çok yönlü etkilerin bir sonucu olduğu gitgide daha iyi anlaşılıyor. Bazı kanser türlerine karşı özel şifalı bitki reçeteleri oluşturulması ise pek gerekmiyor aslında. Özel durumlara göre belirli uygulamalar önermek yerine, bu hastalığa karşı genel anlamda nasıl davranılması  gerektiğine değinmek daha yararlı olacaktır. Her insan yalnızca bir kanser hastası değil, benzeri olmayan, kendine özgü bir varlıktır ve bu yüzden de özel yöntemlerle tedavi edilmelidir. Burada, böyle önemli bir hastalığın, mutlaka uzman hekimlerin, psikoterapistlerin veya uzman fitoterapistlerin (belki de aynı zamanda hepsinin) yardımlarını  gerektirdiğine değinmek gerekiyor.

Günümüzde kanser, çeşitli araştırmaların ve kurumsal düşüncelerin eşlik ettiği geniş kapsamlı ve çok önemli bir konudur. Hastalığın nedenleri hakkındaki teoriler, çevresel kökenli kanserojen maddelerden virüslere, psikolojik stresten ruhsal dengesizliklere kadar uzanıyor. Bu faktörlerin çoğu, belki de hepsi kanser türü bir hastalığın oluşmasına yol açabilir. Amacım, nedenler hakkında bir sonuca varmak değil, derinden etkileyen kanser sürecinde kişinin tüm bakış açılarını destekleyebilecek bir davranış biçimi önermektir. Hastalığa yol açabilecek nedenlerin tümü, konuya bütünsellik açısından yaklaşılarak gözlemlenmeli ve kontrol altına alınmalıdır. Bu konuyu kapsamlı biçimde ele alan kitaplardan mutlaka yararlanılmalıdır. Bense bu köşede ancak, hastalığın oluşumunda ve tedavisinde öncelikli öneme sahip olduğuna inanılan bir konuya açıklık getirmekle yetineceğim.

Bağışıklık sisteminin önemi!

Bağışıklık sistemi sizin savunma gücünüzdür ve vücudunuzun enfekte edici yabancı istilacılara karşı sağladığı genel korumadır. Tıptaki genel klişe, bağışıklık sistemlerinin ve bu işgalcilerin mücadelesini bir askeri harekâta benzetmektedir. Bununla birlikte, bu yaklaşımın bir klişe haline  gelmesi, vücuttaki bağışıklık reaksiyonlarının gerçekten de tam bir şekilde işlemesinden kaynaklanmamaktadır! Aslında vücudunuz bir devriye gücüne, bir vurucu time, bir karşı-saldırı ordusuna, bu orduyu destekleyen artçı güçlere, hatta bombalara ve düşman işgalcileri hedef alarak işaretleyen casuslara sahiptir.

Son derece karmaşık destekleme sistemleriyle tasarlanmış olmasına karşın, bağışıklık sisteminiz sayısız hastalığa karşı vücudunuzun tek korumasıdır! Hastalığa yol açtığını bildiğimiz maddelerin ve mikroorganizmaların yanı sıra vücudunuzda potansiyel olarak hastalık oluşturabilecek binlerce maddeyi ve mikroorganizmayı da bu sistem yok eder. Ayrıca, bir hastalığın yok edilmesini izleyen onarım ve iyileşme sürecine de katkıda bulunur.

Bu kahraman bağışıklık sistemi, vücudunuzu hem içeriden (kendi biyokimyasal reaksiyonlarınızın yan ürünleri) hem de dışarıdan gelen saldırılara karşı korur (kirletici maddeler, zehirler vb, tüm yabancı maddeler, bakteriler, virüsler ve kimyasal maddeler de dahil olmak üzere tüm toksik etkenler). Bu sistem, neyin vücudunuzun sağlam bir parçası olduğunu, neyin olmadığını; neyin dost neyin düşman olduğunu; neyin size yardımcı olmak, neyin sizi öldürmek istediğini bilir. Bağışıklık sistemimiz olmasaydı, yaşama, üreme ve üretme şansımız da olmayacaktı.

Vücudumuzda her an oluşan kanser hücrelerini yakalayıp yok eden de bağışıklık sistemimizdir. Yani, vücudumuzda kanser oluşumunu önleyen güç bağışıklık sistemimizdir ve kansere gelişme olanağı sağlayan olgu da, bağışıklık sistemimizin gücünü yitirmiş, çökmüş olmasıdır!

Fiziksel ve ruhsal sağlığınızın kalitesi, bağışıklık sisteminizin ne kadar  güçlü olduğunun ölçülmesinde iyi bir göstergedir. Sıkça soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklara yakalanıyor musunuz?  Sigara ve alkolü düzenli olarak kullanıyor musunuz? Sürekli kullandığınız bir yapay ilaç var mı? Acaba zaman zaman antibiyotik kullanmak zorunda kalıyor musunuz! Büyük ölçüde dondurulmuş  veya konserve edilmiş besinlerden, kırmızı etten ve tavuk etinden oluşan, yüksek oranda hayvansal yağ ve şeker içeren ve vitaminler açısından fakir olan kötü bir beslenme biçiminiz mi var? Eğer bu sorulara yanıtınız evetse, bu durumda bağışıklık sisteminiz yeterli güce sahip değil demektir.

Ama eğer hiç hastalanmıyorsanız, hastalara yaklaştığınız halde soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıkları kapmıyorsanız; sigara içmiyor ve alkolü çok ölçülü kullanıyorsanız; beslenme diyetiniz yüksek oranda çiğ sebze ve düşük oranda et içeriyorsa; A, C ve E vitaminleri açısından zengin bir vitamin desteği programı uyguluyorsanız; bu durumda da bağışıklık sisteminizin yüksek kapasitede çalıştığından emin olabilirsiniz.

Kanser de bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Ya da daha doğru bir deyimle, zayıf bağışıklık sisteminin yol açtığı bir hastalıktır. Kanserin gelişebilmesi için bağışıklık sisteminizin çok düşük bir düzeye gerilemiş olması gerekir ve böylesi zayıf bir düzeye düştüğünde, kanser hücreleri vücutta yayılmaya başlar. Artık vücudunuzun kansere karşı hiçbir direnci kalmamıştır veya sahip olduğu çok düşük düzeydeki savunma gücü yeterli olamamaktadır. Kıyıdaki işgalci güçler giderek daha fazla sayıda birliği karaya çıkarmaya ve ellerindeki güçlü silahlarla bölgeyi ele geçirmek için ilerlemeye başlarlar. Bu arada da sizin acınacak derecede yetersiz ve kötü silahlandırılmış direniş güçleriniz, düşmanın ilerleyişini durdurma konusunda hiçbir şey yapamazlar!

Bu anlatılanlardan, bağışıklık sistemimizi güçlü ve sağlıklı tutmamız durumunda, kansere yakalanma olasılığımızın sıfıra yakın olacağı sonucunu çıkarabiliriz. Bağışıklık sistemimizin kanseri başarılı bir biçimde önleyebilmesi de doğrudan beslenme biçimimize bağlıdır. Eğer beslenme diyetiniz size bağışıklık sisteminizin maksimum gücünü koruyabilmesi için gerekli besleyici maddelerin tümünü sağlıyorsa ve karaciğerinizle diğer organlarınız bu besin maddelerini işleyecek enzimleri uygun miktarlarda salgılayabiliyorlarsa, işte bu durumda kansere yakalanmama şansınız çok yüksektir!

(Sağlıklı beslenme hakkında geniş kapsamlı doğru bilgileri, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’nun yazdığı Yaşasın Hayat ve Hafifleyin Gençleşin  adlı kitaplardan edinebilirsiniz.)

Bağırsaklarımız ve bağışıklık sistemimiz!

Genel anlamda sağlıklı olmakta, ama özellikle de güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmakta bağırsakların çok önemli bir payı vardır. Bağırsak ortamında 400 civarında (bakteri ve mantarlar) mikroorganizma yaşamaktadır. Bu mikroorganizmalar bağırsak florası olarak tanımlanır. Bizim beslenmek için yediğimiz besinlerle beslenirler. Ama buna karşı önemli bir hizmet de üretirler: Pek çok besin maddesini parçalayarak sindirilmeye hazır hale getirirler. Bazı vitaminler ve yaşamsal öneme sahip besin maddeleri de, organizma tarafından özümlenerek değerlendirilebilecek hale bu mikroorganizmalar  tarafından getirilir. Bu birliktelikte, her iki taraf da birbirinden yararlanarak, gül gibi geçinip giderler.

Sağlıklı bağırsak florasının zarara uğratılması sonucunda, hastalıklara yol açan başka mikroorganizmalar bağırsaklara yerleşme imkanına kavuşurlar!  Bağırsak florasının zarara uğratılması sonucunda, sindirim sürecinde ortaya çıkan zararlı atık maddeler de, genel sağlık üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaya başlarlar.

Biyolojik açıdan dengeli bir bağırsak florasının desteklenmesi, yaşatılması ve gerektiğinde yeniden oluşturulabilmesi için beslenme biçimine özen göstermek gerekir. Özellikle kanser hastalıklarında uygulanan  tıbbi tedavi yöntemleri yüzünden bağırsak florası çok büyük zararlara uğrayabilir. Genelde kemoterapi diye nitelenen ilaçlar, ışınlar, antibiyotikler ve benzeri yapay ilaçlar, özellikle yararlı bağırsak florasının önemli bölümünü yok ederler. Yeniden üreyebilmek ve zararlı mikroorganizmaları zararsız hale getirebilecek güce ulaşabilmek için, en sevdikleri besinlere  şiddetle  ihtiyaçları vardır o sırada! Bu besinler de öncelikle, sebze ve tahıl kökenli lifli besinler, laktik asit bakterileri içeren ev yapımı yoğurt ve kefir olarak sıralanabilir.  Onların pek hoşuna gitmeyen ve hatta zararlı mikroorganizmaların gelişmesine yardımcı olan besinler ise, şeker, beyaz un ve hayvansal yağdır. Beslenme yoluyla bağırsak florasının güçlü kılınmasından bağışıklık sistemi de büyük yarar sağlar. Konuyu araştıran uzmanlar, bağışıklık sistemi için bağırsakların çok  büyük önem taşıdığına dikkat çekiyorlar. Bağışıklık sisteminin savunma hücrelerinin %80 kadarı bağırsak bölgesinde görev yapıyor. Lenf düğümlerinin önemli bir bölümünün de bu bölgede bulunması geçerli nedenlere dayanmaktadır. Bağırsaklar,  bedenin dış dünya ile temas halinde olan en geniş alanıdır.  Bu bölgeden organizmaya zararlı mikroorganizmaların ve zararlı maddelerin sızma olasılığı ise çok yüksektir. Dış dünya ile temas halindeki insan derisinin kapladığı alan sadece 2 metre karedir; akciğerlerde bu alan, tüm bronşların iç yüzeyleriyle birlikte 80 metre kare civarındadır; bağırsaklarda ise bu alan 300 metre kare civarındadır ve bu  bir villanın bahçesi kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Savunma hücrelerinin bu alanda yoğunlaşmalarının ne kadar doğru olduğu böylece daha iyi anlaşılabilir.

Tüm bunların yanı sıra, bağırsak bölgesindeki savunma hücrelerinden tüm bağışıklık sistemine önemli sinyaller gönderilir. Bunlar genellikle, yeni veya şekil değiştirmiş hastalık taşıyıcılara ilk defa rastlayan savunma hücreleridir.  Bu karşılaşmalarda edindikleri yeni bilgileri hemen tüm bağışıklık sistemine  sinyaller aracılığı ile gönderirler. Bağırsaklarda bu  bağışıklık haberleşmesi aralıksız sürdürülür.

Güçlü bir bağışıklık sistemi için sağlıklı bir bağırsak ortamının sürdürülmesi fevkalade önemlidir ve bu durumun sağlanabilmesinin yolu da sağlıklı beslenmeden geçer.

Beden sistemlerinin arındırılması!

Bazı şifalı bitkiler, belli bir amaç doğrultusunda spesifik ilaçlara dönüştürülebilir. Ama değerini küçümsemeden, bu tür örneklerin de bir etkinlik sınırı olduğunun düşünülmesi gerekir; çünkü burada kanser lokal bir hastalıkmış gibi kabullenilerek, belirli bir etkisi olan bir ilaçla tedavi edilmek istenmektedir. Halbuki bu hastalığın, bir sistem hastalığının dışavurumu  olarak görülmesi ve bedenin kontrolü yeniden ele alabilmesini sağlayabilmek için, beden sistemlerine yönelik tedaviler uygulanması çok daha doğru olabilir. Şifalı bitkiler, temizleyici, güçlendirici, iyileştirici ve koruyucu mekanizmaları destekleyici etkileri sayesinde, bu tür değişimlerin gerçekleşmesinde çok etkili olabilirler. Bu değişimlerin, bedensel ruhsal ve duygusal boyutların tümünü kapsadığını ve kanser hastalıklarının tedavisinde uygulanabilecek en etkili (ikincil) yöntem olduğunu göz önünde bulundurmak  gerekir sanırım.

Tüm beden sistemlerini kapsayabilecek böyle bir tedavide, karaciğer üzerinden kanı temizleyici, tümör oluşumunu önleyici ve bağışıklık sistemini güçlendirici bitkiler en önde gelenlerdir. Bu tür etkileri içeren bir bitki karışımının çayı, kanser hastalıklarına karşı önlem olarak da, tedavi amaçlı  olarak da güvenle kullanılabilir. Ama iyileşmeyi  öncelikle insanın yaşama gücü ve hastalığa karşı takındığı dirençli tavır sağlayabilir; şifalı bitkiler de bu gücün uyarılmasında önemli görevler üstlenebilirler.

Reçete:  Atkuyruğu, civanperçemi, ısırganotu, aynısafa çiçeği, eğir kökü, yapışkanotu, sinirliot, hindiba, ökseotu, rezene, melekotu kökü, sarı kantaron, echinacea(ekinazya) kökü, devedikeni tohumu, boyotu tohumu, hayıt tohumu, biberiye, ardıç kozalağı, adaçayı ve kekik.

Bu listede önerilen bitkilerden bulabildiklerinizin tümünü çok ince kıyarak eşit oranda karıştırınız.

Tohumları ise havanda hafifçe ezdikten sonra, ilk karışımda kullanılan eşit oranda karıştırıp, önceki karışımla iyice harmanlayınız. Hazırlanan bu bitki karışımı, cam kavanoz içinde loş bir yerde muhafaza edilebilir.

Ama bu bitkiler kalabalığından üç ayrı gurup da oluşturulabilir ve iki haftalık sürelerle değişimli olarak kullanılabilir. Hatta en doğru kullanım biçiminin böyle olması gerektiği de düşünülmelidir.

1-       Hindiba, yapışkanotu, civanperçemi, ısırganotu, echinacea (ekinazya kökü), kekik, rezene, devedikeni tohumu.

2-       Hindiba, aynısafa çiçeği, hayıt tohumu, biberiye, echinacea (ekinazya kökü), eğir kökü, devedikeni tohumu, ısırganotu, atkuyruğu.

3-       Hindiba, civanperçemi, ardıç kozalağı, adaçayı, sinirliot, ökseotu, melekotu kökü, ısırganotu, atkuyruğu, kekik.

Reçete: Yarım tatlı kaşığı bitki karışımı, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır ve üstü kapalı olarak 10-15 dakika demlendirilir. Süre sonunda, çayın kapatıldığı kabın altında yoğunlaşan sıvı tekrar çaya akıtılır ve süzülür.

Her bardak çayın içine yarım tatlı kaşığı İsveç Şurubu ekleyerek çayın gücünü daha da arttırabilirsiniz.

Sabah aç karnına başlayarak, gün boyuna yaymak üzere, günde 1,5-2 litre çayı yudumlayarak için. Çayı tatlandırmadan içmek daha doğru olacaktır.

Dikkat: İki haftalık bir çay küründen sonra verilen 2-3 günlük bir aranın ardından, 2 haftalık yeni bir çay kürüne başlanabilir. Eğer çayın tadına olumlu katkıda bulunacağına inandığınız zararsız bitkiler varsa, bu karışıma onları da ekleyebilirsiniz.

Kan kanseri(lösemi) hakkında!

Kan kanserinin, genelde yaşamın ilk 10 yılında artan görülme sıklığı  3-5 yaşlarında en yüksek orandadır. Bu küçük hastaları tedavi eden hekimlerin izni alınmaksızın herhangi bir ikincil tedavi uygulanması kesinlikle doğru olmayacaktır!

Sonuç olarak!

Eğer hastalığa bedensel ve ruhsal güçlerinizi seferber ederek karşı koymaya kararlıysanız, iyileşmeye götüren dikenli yolu yarılamışsınız demektir! Bu durumda da ilk yapmanız gereken, hastalığınız hakkındaki tüm güvenilir bilgilere ulaşarak öğrenmek, öğrenmek, öğrenmektir! Çünkü ancak bilgi sahibi olabilirseniz doktorunuzla konuşabilir ve tedavi konusunda alınacak kararlarda pay sahibi olabilirsiniz. Doktorların bu tür bilgili ve konuşkan hastalardan hoşlanmadıklarını da kesinlikle düşünmemelisiniz. Çünkü bilinçli ve iyileşmeye kararlı hastaların tedavi edilmeleri, yaşam gücünü ve umutlarını yitirmiş olanlara kıyasla  çok daha kolaydır ve bilinçli hastaların iyileşme oranları da sanıldığından çok daha yüksektir. Tabii ki bu konuda hasta-hekim işbirliği fevkalade önemlidir ve hekiminizi seçme hakkınızı kullanırken, her konuyu açıkça konuşabileceğiniz ve size güven duygusu aşılayabilecek birini seçmeye özen gösterin. Ama seçtiğiniz kişiye sonuna kadar güvenmeniz gerektiğini de sakın göz ardı etmeyin. Mesleğine saygı duyma bilincine ulaşamamış hekimler hakkında duyduklarınızdan  da sakın etkilenmeyin. Çünkü hekimlerin ezici çoğunluğu pırıl pırıl insanlardır ve ettikleri yeminin gereğini yerine getirebilmek için her şartta canla başla uğraşmaktan kesinlikle yılmazlar. Onlara mutlaka güvenin, ama önce kendi özgüveninizi pekiştirmeniz gerektiğini de sakın aklınızdan çıkarmayın. Yenilmeyi kabullenmeyen pek çok kişi gibi, siz de bu savaştan zaferle çıkabilirsiniz!

Artık demli çayınızı yudumlarken kitaplarınızı okumaya ve savaş planlarınızı geliştirmeye başlayabilirsiniz; hemen başlayabilirsiniz!