Aenean ornare velit lacus, ac varius enim lorem ullamcorper dolore aliquam.
Kanser doktoruna da zarar veriyor…
Psikiyatristler onkologların koruma amaçlı eğitim görmeleri gerektiğini düşünüyor
Dedemi 2002 senesinde kanserden kaybettik. Hastalığına neden oldu diye geçmişte içtiği sigarayı, alkolü suçladım hep. Çok geçmeden ailemden iki kişi daha kansere yakalandı. Kanser teşhisi konan aile dostlarımız oldu. Katkı maddesi içeren yiyecekleri hayatımdan çıkardım; sırf kanser yapar diye… Sağlığımla ilgili yolunda gitmeyen ufacık bir şey olsa kansere yoruyorum şimdi.
Ailesinde veya çevresinde kanser hastası olan birçok kişi benim gibi kendi bedenini sorguluyor, yaşantısına dikkat ediyor, kanser olma korkusuyla yaşıyor. Kanserle mücadele eden kişilerin hayat hikayelerine üzülüyor. Peki ya her gün kanserle, kanserli hastalarla ilgilenmek zorunda olan doktor ve sağlık ekibine ne demeli? Onların da bizden hiç farkı yok.
Kendilerinden yardım bekleyen hastalardan etkilenmemeleri mümkün değil. Fazla söze gerek yok. Kanserle ve kanserli hastalarla her an bir arada olan Prof. Dr. Mustafa Yaylacı, Prof. Dr. Serdar Turhal, Prof. Dr. Gökhan Demir, Prof. Dr. Burak Şakar, Uzm. Dr. Gül Alço ve Radyoloji Uzmanı Dr. Zülal Ünlüer’le tedavi ettikleri bu hastalıktan kendilerinin nasıl etkilendiğini konuştuk, hepsi içten itiraflarda bulundu…
‘Vücudumu kanser kapladığını gördüm’
Prof. Dr. Mustafa Yaylacı (Onkolog)
Kanser hastaları ağır hastalar. Kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olabiliyorlar. Hastayı tedavi edince durumu iyiye giderse çok mutlu oluyorum. Profesyonel olmama rağmen hastanın durumu kötüye giderse ya da hastalık tekrar ederse çok üzülüyorum. Çünkü hastalarla uzun süre birbirimizi görüyoruz. Aramızda yakınlık oluyor. İstediklerinde beni ziyaret ediyor, arıyorlar.
Hasta benden yardım istiyor, bana güveniyor. Ben de en mükemmel tedaviyi uygulamak istiyorum. Tıbbın imkanları ne kadarsa uyguluyorum ama bazen her şey yolunda giderken hastalık tekrar edebiliyor. Bu da beni çok üzüyor, çöküyorum. Ne olursa olsun 10 dakika içinde kendimi toparlıyorum. Çok üzülmüşsem, bu durum ertesi güne kadar sürebiliyor. Bir de hastalığa erken yaşlarda yakalananlar beni çok üzüyor. Herhalde çocuk hastalara hiç bakamazdım.
Doğa iyi geliyor
Kanser hastalarıyla bu kadar yakın ve sık sık bir arada olunca kendi bedenimi de fazlasıyla sorgulamaya başladım. Mesela vücudumdaki benlerin hepsini aldırdım. Zaman zaman kabus görüyordum. Sanki vücudumun yarısını kanser kaplamış da, ben tedavi için hastane hastane dolaşıyordum. Meğer bu sadece benim başıma değil, hocalarımın başına da geliyormuş.
Bence her doktorun bir hobisi olmalı. Ben doğayla başbaşa kalınca bir de ailemle beraberken rahatlıyorum. Bir de onkologların birkaç gün de olsa telefonunu kapatması ve üzücü durumlardan uzaklaşması gerekiyor. Ama maalesef çoğumuz bunu yapamayız, hastalardan uzak olmaya gönlümüz el vermez. Bize ihtiyaç duydukları her an ulaşılabilir olmamız gerekiyor…
Depresyona girmemek elde değil
Prof. Dr. Burak Şakar (Onkolog)
Hastalarla empati kurmaya çalışıyorum. Kendimi onların yerine koyuyorum. Özellikle çocuk hastaları gün boyu aklımdan çıkaramıyorum. Hastalarımın çoğunu uzun süre takip ettiğim için ilişkilerimiz çok sağlam oluyor. Hastayı kaybettiğimde bir yakınımı kaybetmiş gibi üzülüyorum. Her gün arayan hastadan bir anda ses seda çıkmıyor. O kişinin eksikliğini hissediyor, hayatımdaki yerini özlüyorum. Hasta yakınları da genelde hasta vefat ettikten sonra alışkanlıkla beni aramaya devam ediyor.
Çok özel, uzun süre takip ettiğim hastalarda ağladığım bile oluyor. Ama onkolog olarak kendimi çabuk toparlamayı öğrendim. Bulunduğum ortamdan biraz olsun kendimi uzaklaştırmak için bol bol kitap okurum. Sinemaya ve tiyatroya giderim. Başka ilgi alanlarımız olmazsa depresyona girmememiz söz konusu bile değil. Sürekli kanserli hastalarla ilgilenmek doktoru normalden daha depresif bir ruh haline sokuyor. Mesela en basitinden günün başında enerjim çok yüksek olsa bile akşama doğru düşebiliyor.
‘Hasta olduğunu söylemek çok zor’
Radyoloji Uzmanı Dr. Zülal Ünlüer (Radyolog)
Tetkikleri radyoloji uzmanları yapıyor. Bu nedenle hastaya sonucu ilk biz söylüyoruz. Hastanın tepkisini ilk biz görüyoruz. Hastanın durumu kötüyse bunu söylemek biz radyologlar için çok zor. Benim için de öyle… Yaşı fark etmiyor. Her hastaya üzülebiliyorum. Yaşlılar gelince “Yaşlılığının tam da en iyi döneminde bunu da mı yaşayacaktı” diye geçiriyorum içimden.
Genç olunca “En verimli çağındaydı” diyorum. Çocuk olunca zaten çok üzülüyorum. Hala gözlerimin önünden gitmeyen bir hasta var. Şimdi bile anlatırken gözlerim doluyor. Staj zamanımda kanser teşhisi konulan bir hastaydı. Dahiliye stajımı yaparken hayata veda etti. Çevremdekilerin ufacık bir rahatsızlığı olursa aklıma kanser olabilir mi sorusu geliyor. Ben de herkes gibi düzenli kontrollerimi yaptırıyorum. Kanserle çok iç içeyiz ve bu bizim günlük hayatımızda büyük bir yer tutuyor, unutmamız mümkün olmayan bir gerçek…
Doktorlar travma yaşayıp hastadan uzaklaşabilir
Prof. Dr. Sedat Özkan (Psikiyatrist)
Doktorlarda iki farklı davranış kalıbı gelişiyor. Biri sembiyotik davranış yani içselleştirme. Hekim hastayı yakınıymış gibi hissedip durumunu içselleştiriyor. Bu, empatinin abartılı halidir. Hiçbir cerrah çocuğunu, eşini ameliyat edemez. Objektivitesi kaybolur. Benzer bir şekilde doktor objektivitesini kaybedecek derecede kanser hastasıyla ilişki kurabilir. Empatiyi abartabilir. Tedavide de işler iyi gitmezse, hekim kendini yetersiz bulabilir. Bir diğer davranış biçimi ise travmadır.
Doktor yakınlık kurduğu hastayı kaybedince travma yaşayabilir. Bazı doktorlar da sona yaklaşan hastalardan uzaklaşır, durumla yüzleşmek istemez. Bazı doktorlarda ise ölüme dair sorgulamalar başlayabilir. Ve doktor tükenmişlik sendromuna girebilir. Hekimlerin deneyimi, arttıkça daha dengeli bir tutum sergilerler. Onkoloji uzmanları, diğer doktorlara göre yaşamın anlamının daha çok farkındalar.
Ölüm gerçeğiyle yüzleşmek onlar için daha kolaydır. Bu dünyanın daha anlamlı olduğunu, gereksiz çekişmelerin anlamsız olduğunu düşünürler. Aslında onkologların bu sıkıntılarla başa çıkması için mutlaka kendilerini koruyucu bir eğitimden geçmeleri gerekiyor ve İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Psikososyal Onkoloji Bilim Dalı’nda bunun eğitimini veriyoruz…
‘Benim de başıma geldi’
Prof. Dr. Serdar Turhal (Onkolog):
Kanser hastalarıyla her gün birlikteyiz. Durumlarından etkilenmemek elde değil. Özellikle hastam benimle aynı yaştaysa, benim gibi onun da çocukları varsa çok üzülüyorum. Zaten kalbimin taşlaşmasını da istemem. Hastalarla empati kurarım. 20 yıldır kanser hekimiyim her gün eve dönerken hastalarımın durumunu düşünüyorum. Dün eve dönerken yine aklımı bir hastanın durumu kurcalıyordu. “Acaba kanser olduğunu daha farklı bir şekilde mi söyleseydim” diye içimden geçirdim. Devamlı kendimi sorguluyorum, “Hastaya daha ne yapılabilir, daha iyi sonuç nasıl alırım, hastalar nasıl daha az yıpranır” diye… Çünkü işimiz nazik; verdiğimiz ilaçların yan etkisi fazla.
Onkolojiyle ilgili olmayanlar sanki biz bütün hastalarla ağlıyormuşuz gibi düşünüyorlar. Kanser tedavisi olumlu cevap veren kişilerle biz de mutlu oluyoruz. Hep üzülmüyoruz. Hastaların birçoğu “Allah razı olsun doktor bey” dediğinde mesleğimi devam ettirmek istiyorum. Ama eğer hasta sıkıntılı bir dönemden sonra hayatını kaybediyorsa, kurtuldu diye düşünüyorum. Kafam ölen hastaya ne kadar giderse gitsin, kendimi kaybetmeyip işime yoğunlaşıyorum. Sanat, sevdiğim bir ailemin olması beni mutlu ediyor. Motosikletimle işe gelerek biraz rahatlıyorum.
“Aynı tür kanseri olan hastam aklımdan çıkmıyor”
Sonuçta bu hastalık herkesin başına gelebilir. Benim de başıma geldi. Cilt kanseri olduğumu öğrendim. O güne kadar başka hastalara bakarken kendi bedenimi sorgulamıyordum. Eşim yüzümdeki tümörü kontrol ettirmem gerektiğini söylüyordu, ben bir türlü vakit bulamıyordum, benden yardım bekleyen hastaların durumunu daha çok önemsiyordum. Meğer çok kötü bir cilt kanseri cinsiymiş. Büyük bir ameliyat sonrası yüzümde iz kalmadı. 20 yıldır kanser hekimiyim. Bazı hastaların durumuna ağladığım bile oldu.
Ama benimle aynı tür tümörü olan bir hastam vardı. Tümör onun yüzünün tamamını kaplamıştı. Hastanın burnu düşmüştü. Yüzünü bantla kapatıyordu. Hastalığı ilerledi, tüm yüzünü yedi ve o öldü. Hala onu düşündükçe endişelenirim. 40 yaşından sonra herkesin düzenli kontrollerini yaptırması gerek. Ben de düzenli olarak yaptıramasam da ara ara kontrollerimi tanımadığım bir doktora yaptırırım.
‘Antidepresan kullanma ihtiyacı bile duydum’
Uzm. Dr. Gül Alço (Radyasyon onkolojisi)
Her evredeki kanser hastasıyla karşılaşıyoruz. Elbette durumu ciddiye gidenlere çok üzülüyorum. Ne kadar empati kursam da, içselleştirmesem de hastalarımı uzun süre tedavi ediyorum. Ve onları adeta ailemden biri gibi görmeye başlıyorum. Umutsuz bir tabloda üzüntümü hasta yakınlarıyla paylaşıyorum, onların benimle paylaştığı gibi.
Doktor olduğum için ertesi gün toparlanmak zorundayım. Ama uzun süre etkisinde kaldığım hastalar oluyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde hastalığın son dönemine girmiş, yıllardır takip ettiğim bir hastam vardı. Eşiyle konuşurken gözlerim doldu. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Yanından uzaklaştım. Mesleğimiz duygusal açıdan bazen zor olabiliyor. Açıkcası mesleğin başında anti-depresan almayı bile ciddi şekilde düşündüm. Bu durumdan uzaklaşmak için kitap okuyor, seyahat ediyorum. Kendi bedenimi de devamlı sorguluyorum, düzenli kontrollerimi yaptırıyorum.
Bir yakınımı kaybetmiş kadar üzülüyorum’
Prof. Dr. Gökhan Demir (Onkolog)
Kanser hastalarının durumundan sadece onkologlar değil, hemşirelerden hasta bakıcılara, radyologlara kadar herkes etkileniyor. Kanser, erken evrede yakalandığında tedavisi mümkün. Maalesef hastaların çoğu erken evrede gelmiyor. Yapılan tedavilere rağmen hasta gözümün önünde giderek kötüleşiyor.
Tıbbın el verdiği her şeyi uyguluyor ve yapılacak çok fazla bir şey kalmıyorsa bende baskı yaratıyor. Baskıyla ortaya çıkan duygumun tanımı ‘mutsuzluk’. ‘Onkolog depresyonu’ denilen bir konu var. Doktor hastayı tedavi etmeye başladıktan bir süre sonra aralarında bir sempati oluşuyor. Her ne kadar hekimlikte empati kurulması, sempati kurulmaması gerek dense de kaçınılmaz olarak aramızda sempati oluşuyor. Hastalığın seyrinde uzun süre birlikte olduğumuz için hastayı kaybettiğimizde bir yakınımı kaybetmiş kadar üzülüyorum.
“Hayatın ne kadar değerli olduğunu herkesten iyi biz biliyoruz…”
Bazı hastalara verdiğimiz tedavi cevap vermiyor; hastayı aniden kaybediyoruz. Bu tür hastalar aylarca aklımdan çıkmıyor. Mesleğimle birlikte üzüntümü kontrol etmeyi öğrendim. Gelen hasta benden umut beklediği için üzüntümü uzun sürdürmüyorum. Eve gittiğimde çocuklarım benden ilgi bekliyor, üzüntümü sürdürmeye hakkım yok. Mesleki duygularımı saklayıp, günlük hayatımı yaşamayı öğrendim. Gece rüyalarımda hastalarla yaşadığım diyalogları, tedavinin kötü gidişini görüyorum.
Bu durumdan uzaklaşmak için tüm hekimlerin bir hobisi olmalı. Benim hobim gitar çalmak. Arkadaşlarla kurduğumuz ufak bir grubumuz var, birlikte gitar çalıyoruz. Yelken yapmaya çalışıyorum. Aslında onkologların mutlaka ayda bir 4 gün ara vermesi gerek. Enerji toplayıp hastayı daha iyi tedavi edebilmemiz için bu şart. Ama yapamıyoruz.
Onkologları karamsar insanlar olarak düşünmeyin. Biz hayatın ne kadar değerli olduğunu bilen doktorlarız. Yarın ne olacağını bilmediğimiz için hayatın tadını çıkarmayı seven kişileriz. Hayatın ne kadar uçucu, ne kadar kolay kaybedilebilen, ne kadar değerli olduğunun farkındayız. Hayata sıkı sıkı tutunuyoruz.kaynak