DİYET İLE KANSERDEN KORUNMA

imagesvbnj Diyetle kanser arasında bir ilişki olabileceği görüşü 1960’lı yılların sonlarında kanser etiyolojisinde toplumlararası belirgin varyasyonların rapor edilmesiyle ilgi çekmeye başlamıştır (1). Bu farklılıklar yanlızca sanayileşmenin ve genetik yapının bir sonucu olarak açıklanamamaktadır. Örneğin kanser Yeni Zelanda gibi sanayileşmemiş bazı ülkelerde, Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğundan daha yaygındır. Bir ülkeden diğerine göç eden insanlarda görülen kanser türleri ve oranı, yeni ülkelerdeki profile uymaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, sigara ve alkol tüketmeyen Mormonlarla yapılan çok sayıda incelemelerde, vejeteryanlarda gastrointestinal kanserlerin oranı, benzer yaşam koşullarında ve yaş grubundaki etoburlarınkine göre önemli düzeyde düşük bulunmuştur (1). Kolon kanserinin, Avrupa ve kuzey Amerika Ülkelerinde,Asya ve Afrika Ülkelerinden daha çok yaygın olduğu bildirilmiştir. Bu nedenlerle, insanların yaşam biçimlerinin, özellikle beslenme alışkanlıklarının, kanser üzerinde önemli düzeyde etkili oldukları görüşü ileri sürülmüştür (1,2). Ancak, beslenmenin kanser üzerindeki etkilerini belirleyebilmek oldukça zordur. Günümüzün değişen koşullarında, kanserli hastaların 20-30 yıl önce ne yediklerini takip edebilmek, laboratuvar hayvanlarının diyetlerini kontrol altına alabilmek ve bu hayvanlarda değişik kanser türlerini oluşturabilmek, konu üzerinde çalışan araştırıcıları zorlamaktadır.

Bütün kanserlerin %10-70’inin, kanserden ölenlerin ise %35’inin diyetle ilişkisinin olduğu ileri sürülmektedir (2). Toplumda genel olarak gıdadaki karsinojenler olarak gıda katkıları, yapay tatlandırıcılar, renklendiriciler ve koruyucular ile sentetik pestisidler ve çeşitli çevresel kimyasal kontaminasyon suçlanmaktadır (3). Oysa bu tür karsinojenler gıdalardaki karsinojen maddelerin %1’inden daha azını oluşturur. Diyetteki karsinojenler esas olarak bitkiler tarafından fungus, böcek ve hayvanlara karşı savunma için üretilen doğal pestisidler ile küf tarafından gıdalarda yapılan mikotoksinlerden ve gıda hazırlanırken ortaya çıkan çeşitli maddelerden oluşur. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda beslenmenin en çok gastrointestinal sistem, endokrin ve akciğer tümörleri ile ilişkili olduğunu göstermektedir (1,4).

GIDA HAZIRLANIRKEN OLUŞAN KARSİNOJENLER

Bunlar heterosiklik aromatik aminler (HAA) polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) ve nitroze bileşikleridir (NOB). HAA gıdaların kızartma, ızgara ve közlemesi sırasında oluşur. PAH, ızgara ve tütsüleme esnasında meydana gelir. NOB ise tuzlu, turşu, nitrate ve nitrit ile muamele edildiğinde oluşur. Bu bileşikler genotoksiktirler(4, 5).

Meme ve kolorektal kanserlerde pişirilme yöntemine bağlı olarak oluşan bileşiklerin kanser riskini artırabileceği öne sürülmektedir. HAA, potent mutajen ve hayvanlarda kanserojendir. Karaciğer kolon , meme ve deri kanseri gelişiminde rol oynadığı bildirilmektedir. Haşlama, buğulama, kaynatma ve mikrodalga çok az HAA oluşumuna neden olur veya hiç olmazlar. Hızlı asetilleyiciler ve iyi pişmiş et tercih edenler 6.5 kat daha fazla kolon kanser riskine sahiptir. Diyetteki yağ oranı fazla oluşu HAA’nın karsinojen özelliğini artırmaktadır. HAA oluşumunu önleme bakımından düşük ısıda ve az pişirme tavsiye edilmektedir (5).

PAH primer olarak hayvansal yağın eksik yanması sonucu oluşur. Gıdalarda bir çok PAH gösterilmiştir. Alevde pişirilen et ve balıkta PAH oluşur. Kömüre damlayan yağın yanmasıyla oluşan PAH dumanla birlikte pişen ete bulaşır. Benzpren en karsinojen PAH’dır. Tencerede pişirme, etin üzerine ısı kaynağının yerleştirilmesi, mikrodalga kulanımı ve pişirme sırasında et ile dumanın ayrıştırılması gıdaların polisiklik aromatik hidrokabonlar ile kontaminasyonunu azaltması için önemlidir.

Diyette bulunan nitrit ve aminlerden endojen olarak ağız boşluğu ve midede nitrozo bileşikleri oluşabilir. Ağızdan alınan NOB’lar kanserojendir (3). Mide, ösefagus, nazofarenks, mesane ve karaciğer kanseri ile eksojen ve endojen NOB alımı arasında kuvvetli bir ilişki bulunmuştur. Yüksek karbonhidratlı diyetle beslenen kişilerde riskin obesite ile ilğili olabileceği de savunulmaktadır.

POSA

Posa gastrointestinal sistemde sindirilemeyen selüloz, hemiselüloz, pektin ve lignin gibi fiberlerden oluşmaktadır. Karmaşık yapısı nedeniyle tam ortaya konmamakla birlikte gastrointestinal tümörlerin önlenmesi yönünden olumlu etkisi vardır (6). Fiber suplemantasyonu kolon poliplerini azaltmaktadır. Kolon kanseri riskini azaltıcı etkiler fekal kitleyi artırarak kanserojen yükü seyreltmek, feçesin barsaktan geciş süresini kısaltmak, doğrudan kanserojen bağlamak ve barsak florasına da etki ederek sterol ve safra asitlerinin oluşumunu etkilemek ve kısa zincirli yağ asitleri oluşturmak şeklinde olur (6). Kısa zincirli yağ asitleri kolorektal epitel hücrelerinde apoptozisi indüklemektedir. Bunlar ayrıca kolon PH’sını düşürerek safra asiti oluşumunu inhibe ederek karsinogeneze etki etmektedir (3, 6).

Posanın meme kanserini önleyici etkisinin ise hormon yapımını, metabolizmasını ve hücresel düzeydeki etkisini modüle etmek yoluyla olduğu sanılmaktadır.Diyetteki posa, barsaktaki b-glukoronidaz enzim seviyesini azaltarak enterohepatik dolaşıma etki edip östrojen ekskresyonununa yol açar. Ankonjuge östrojen ise lignine bağlanarak reabsorbsiyonu önlenmektedir.

DİYETTE BULUNAN DOĞAL ANTİKANSEROJENLER

Sebze, meyve ve tahıllar antikanserojen maddeler içerirler. İnhibitör potansiyele sahip bileşikler terpenler, organosulfidler, isothiosiyanat, indol, dithiolethionin, fenol, flavinler, tanninler, proteaz inhibitörleri, karoten ve antioksidan vitaminlerdir. Bu ajanlar blokaj ve baskılama yapabilirler. Detoksifikasyonda rol oynayabilirler (1, 3, 4). Allium organosülfür bileşikleri, sarımsak, soğan, pırasa gibi sebzelerde bulunur. Enzimatik detoksifikasyonu indükler, nitrit oluşumunu önler, antibiotik özellikleri vardır, araşidonik asid metabolizmasını inhibe ederler. Mide ve kolon kanserinde etkilidir.

Dithiolethion, indol, isothiosiyanat doğrudan karsinogenez inhibisyonu; B-karoten, selenyum, E ve C vitaminleri antioksidan; vitamin A, D ve kalsiyum diferansiyasyon ve büyüme inhibisyonu; Vit A, C, karoten, mineraller (çinko, selenyum, demir) ise immünolojik mekanizmalarla antikanserojen etkiye sahiptir. Karotenoidler, Vit C ve E, selenyum, diyetteki fiber, dithiolthionlar, isithiyosiyanatlar, indoller, fenoller, proteaz inhibitörleri, bitki steroller, allium bileşikleri, limonene bitkisel kaynaklı fitokimyasal maddeler olarak adlandırılırlar. Bunların metabolizma da önemli görevleri vardır ve kanseri önlemede meyve ve sebzelerin etkilerinin bunlar aracılığı ile olabileceği belirtilmektedir. Etkilerini çeşitli basamaklarda yaparlar. Glukosinolatlar, indoller, tiosiyanatlar ve fenoller maddeleri soluble hale getirici ve inaktive edici enzimleri aktive ederler. Askorbat ve fenoller bazı karsinojenlerin (nitrozaminler, flavanoidler) oluşumunu bloke ederler. Karotenoidler antioksidan olarak rol oynarlar ve karsinojenik potansiyeli ortadan kaldırırlar. Karotenoidler ve steroller gibi lipid-soluble bileşikler membran yapısını değiştirebilirler. Sülfür içeren bazı bileşikler DNA ve protein sentezini baskılayabilirler. Karotenoidler DNA sentezini baskılarlar ve diferansiyasyonu artırırlar (4, 7).

KALORİ

Alınan kalori miktarının azaltılmasının bir çok kanser üzerine inhibitör etkisi olduğuna dair önemli bulgular vardır. Enerji alımının kanser üzerine olan etkisinin bilinmesi kanserin önlenmesi için önem taşır. Deneysel bulgular enerji alımının metabolik , endokrinolojik ve immünolojik işlevlerle, hücre proliferasyon hızını, protoonkojen ekspresyonunu ve DNA tamir kapasitesini artırdığını göstermektedir (2, 5, 8). Kişiler fiziksel aktivite, vücut büyüklükleri ve metabolik etkinliklerine göre enerji tüketirler. Enerji tüketimi ile alımı arasındaki denge kişinin kilosunu belirler. Obesite endometrial kanser, safra yolları kanseri ve özellikle erkeklerde kolon kanseri ile ilişkilidir. Daha az belirgin olmakla birlikte meme ve renal hücre kanserleri de obesite ile ilgilidir. Fiziksel aktivite ile kolon ve meme kanserleri arasında ters bir ilişki bulunmaktadır. Menopoz öncesinde boylarına göre ağırlıkları fazla olan kadınlarda meme kanseri riski normal kilolu kadınlara göre daha düşük olmaktadır. Buna karşın, menopoz sonrasında şişmanlık, meme kanseri riskini önemli düzeyde artırmaktadır. Kadının menarş ve menopoz dönemi arasında kilo artışı 10 kiloyu aştığında, menopoz sonrası kanser riski 2 kat artmaktadır (8). Şişmanlığın menopoz sonrası tümör destekleyici etkisinin adipoz dokusundaki östrojen sentez kapasitesinin artmasıyla ilgili olduğu sanılmaktadır. Özellikle genç kızlarda ve kadınlarda vücut yağının,adipoz dokuda aromataz aktivitesini artırarak, östrojen sentezini hızlandırdığı ve böylece daha sonraki yıllarda meme kanseri olgusuna zemin hazırladığı ileri sürülmektedir.

Kırk üç ülkeden epidemiolojik verilerin incelendiği bir çalışmada, diyet yağından gelen enerji ve akciğer kanseri insidansı arasında çok kuvvetli korelasyon saptanmıştır. Enerji ve diyet kısıtlamasının meme kanserini önleyici etkileri hayvan deneyleri ile de desteklenmiştir. Gençlik yıllarında atletizmle uğraşan kadınlarda meme kanseri insidansının, atletizmle uğraşmayanlara göre daha düşük olduğu saptanmıştır. Beden hareketi yaptırılan farelerde meme ve kolon tümörleri, atıl farelere göre daha az görülmüştür. Diyet kısıtlamasının farelerde prostat ve karaciğer tümörlerine karşı da koruyucu etki gösterdiği bildirilmiştir. Gama ışınları ve virus uygulaması ile lösemi oluşturulan farelerde diyet enerjisi kısıtlanarak, tümör insidansı dişilerde %93’den %35’e; erkeklerde ise %59’dan %7’ye düşürülebilmiştir (8). Bu bulgulara dayanarak, yüksek dozda radyasyona maruz kalan veya aile veya ekolojik çevresinde lösemi insidansı yüksek olan insanlarda enerji kısıtlamasının koruyucu etki gösterebileceğine dikkat çekilmiştir.

PROTEİN

Protein alımının karsinogenezin bir çok metabolik basamakları üzerine önemli etkileri bulunmuştur. Epidemiyolojik çalışmalarda yüksek hayvansal protein tüketiminin meme, kolon, pankreas, karaciğer, prostat ve böbrek tümörleri için risk faktörü olduğu ortaya çıkmıştır (3).

Laboratuvar hayvanları ile yapılan çalışmalar, protein tüketimi büyüme ve gelişme için gerekli olan minimum düzeyin altına indiği zaman kanser oluşumunun baskılanabildiğini göstermiştir. Bununla beraber yüksek proteinli diyetle beslenen farelerde, ornitin dekarboksilaz aktivitesi ve oluşturulan meme tümörlerinin yükü, normal proteinli diyetle beslenenlere göre yüksek bulunmuştur.

LİPİD VE KOLESTEROL

Diyetteki lipid miktarı ile meme, kolon, pankreas, endometrium ve prostat kanserleri arasındaki ilişki araştırılmaktadır. Lipidler bir çok metabolik ve endokrinolojik işlevleri modüle ederek tümör progresyonuna yol açmaktadır. Lipitler hücre zarı üzerindeki lipid bileşimini etkileyerek bir çok stimülator veya inhibitor stimulusa hücre cevabını değiştirebilmektedirler. Lipidden zengin diyetin, lipid içeriğinden ziyade yüksek enerji içeriği nedeniyle meme kanseri için risk oluşturduğunu öne sürenler vardır (8). Omega-3 yağ asitlerinin koruyucu etkisi bulunduğu rapor edilmektedir.

Kolesterol meme, kolon ve prostat kanser etiolojisinde suçlanmaktadır. Kolesterolden oluşan ikincil safra asitleri ve türevlerinin kolon mukozasında hücresel proliferasyona yol açtığı gösterilmiştir. Ancak yüksek kolesterollu diyetlerin aynı zamanda enerji ve lipidden de zengin olması nedeniyle insanda kolesterolun tek başına kanserojen olduğunu iddia etmek güçtür. Kardiyovasküler hastalıklarla ilgili yapılan çalışmalarda kolesterol seviyesi ile kanser riski arasında negatif bir ilişki ortaya konmuştur. Bir çok kanser hastasında kan kolesterolu düşük bulunmaktadır. Bu kişilerde kolesterol düşüklüğünün ikincil olarak oluştuğu iddia edilmektedir. Ancak yüksek kan kolesterol seviyesini antitümorojen olduğunu öne sürenler de vardır.

KARBONHİDRATLAR

Proteinlerde olduğu gibi, diyet karbohidratlarının da kanser üzerinde etkileri tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Yüksek rafine şeker tüketiminin kadınlarda pankreas ve göğüs kanserleri için bir risk faktörü olabileceği bildirilmektedir. Nişasta ve rafine şeker oranı yüksek olan diyetler ile gastrik, özofagus ve kolorektal kanserler arasında pozitif ilişkiler bulunmuştur (8). Hormon düzeyini düşürürler. Soya fasulyesinde bulunan isoflavon genistein sinyal transdüksiyonunda rol oynayan enzimlerin inhibitörüdür.

MEYVE VE SEBZE

Bir çok çalışma meyve sebze alımının bir çok kanser riskini azaltığını göstermektedir. Mekanızma tam olarak bilinmemektedir. Belkide diğer besinlerin alımının azalmasına bağlıdır. Ancak bunların spesifik koruyucu etkileri de olduğu sanılmakta ve araştırılmaktadır.

Literatürde 6 kohort çalışmadan 5’i sebze ve meyve tüketimi ile kanser gelişimi arasında ters bir ilişki olduğunu rapor etmiştir. Araştırılan gıdalar yeşil ve sarı sebzeler, soy ürünleri ve baklagillerdir. En çok akciğer kanser riskinde azalma belirtilmiştir. Kanser tipi ile tüketilmesinde risk azaltıcı etkisi görülen sebze-meyve tipi farklılıklar vardır (1, 3, 4):

    Akciğer kanseri: Özellikle havuç ve yeşil yapraklı sebzeler riski azaltmıştır.

    Kolon kanseri: Lahana, havuç özellikle ilişkili bulunmuştur. Bazı vaka kontrollü çalışmalarda düşük risk sebze ile değil daha çok fibril ile ilişkili bulunmuştur.

    Rektum, Pankreas ve meme kanserleri: Sebze ve meyve ile ilişkisi var.

    Üst aero-digestif kanserler: Meyve tüketiminin özefagus, larenks, oral ve farenks kanserleri riskinin düşük olması arasında ilişki bulunmuştur. Bu bulgu bu kanserlerin ortak etyolojilerinin olabileceğini düşündürmektedir. Hepsinde en önemli risk faktörleri sigara ve alkoldür.

    Mide kanseri: Özellikle meyveler ve yeşil salata, soğan, domates, kereviz ve kabak düşük risk ile ilişki bulunmuştur.

    Hormon-bağımlı kanserler: Meme, uterus, over ve prostat kanserleri ile sebze-meyve tüketimi arasındaki ilişki belirgin değildir.

    VİTAMİNLER

Vitamin suplemantasyonu ile değiştirilmesi zor olan yaşam ve diyet tarzının negatif etkileri bir noktaya kadar giderilmesi hedeflenmektedir. Ancak vitamin suplemantasyonunun tümor progresyonunu artırabileceği de unutulmamalıdır. Vit A eksikliğinin bir çok dokuda kimyasal karsinogenezi hızlandırıldığı bilinmekle birlikte suplemantasyonun kanseri azalttığı kesinlik kazanmamakla birlikte kemoprevansiyonda kullanılmaktadır (3, 7). D vitaminin eksik alımı ile kolon kanseri arasında ilişki saptanmıştır. E vitamini antioksidan ve serbest radikal tüketicisidir. Bu yolda antineoplastik bir vitamindir. Ancak çalışmaların pek azı bunu göstermiştir. C vitamini genel bir anti – oksidandır. Bir çok enzimatik yolakda yer alır. Turunçgiller, yapraklı sebzeler, domates ve patates C vitamini içerirler. C vitamini karsinojen nitrozaminlerin oluşumunu inhibe ederek mide kanseri gibi kanserleri önlediği sanılmaktadır (7). Ancak dengeli bir diyetten daha fazla alının C vitamininin kanseri önlediğine dair bulgu yoktur. Vitaminlerin kan seviyesi çok iyi kontrol edildiği için, gereğinden fazla alınan vitaminlerin bioyararı sınırlı olup daha çok eksikliklerinde sorun yaşanmaktadır.

MİNERALLER

Kalsiyum, fosfor, ve magnezyum makromineraller olup diyette büyük miktarlarda alınmaları gerekmektedir.Eser elementler çinko, selenyum, flor, demir, bakır, iyot, mangan, molibdiyum daha az miktarlarda gerekir. En çok selenyum ve kalsiyumun kanser üzerindeki etkileri incelenmiştir. Düşük kalsiyum ve D vitamini alımı kolon kanseri insidansını artırmaktadır.Kalsiyum suplemantasyonunun yüksek riskli grupta kolon hücrelerinin proliferasyon hızını azalttığı gösterilmiştir (7). Selenyum glutatyonperoksidaz isimli hidrojen peroksit ve hidroperoksitleri parçalayan enzimin içinde yer alır.Yani oksidatif hasara karşı dokuyu korur. Ancak selenyum suplemantesyonunun fizyolojik yarar getirmediği ve kimyasal karsinogeneze predispozisyon sağlayabileceği savunulmaktadır. Selenyum seviyesinin kanserli hastalarda kontrollere göre düşük bulunmakla birlikte prospektif çalışmalarda hastalık öncesi kan selenyum seviyeleri ile kanser arasındaki ilişki ile ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır.

KANSERİN ÖNLENMESİNDE BESLENME ÖNERİLERİ

Son laboratuar, epidemiyolojik ve klinik çalışmalar doğrultusunda kanser gelişiminin önlenmesinde etkili bulunan bazı diyet önerileri ileri sürülmüştür (1, 2, 3, 8):

    Meyve sebze tüketimi günde 5 veya üzeri porsiyona çıkarılmalıdır.

    Diyette posa alımı günde 30 gr. üzerinde olmalıdır.

    Yağ tüketimi alınan total kalorinin % 30’undan daha aşagıda olmalıdır.

    Gıda hazırlama ve yüksek derecede pişirme metotları değiştirilmelidir. Pişirme dereceleri düşürülmeli ve suda pişirme tekniği ile yemekler yapılmalıdır.

    Vitamin takviyesinden ziyade çeşitli gıdalar almaya çalışılmalıdır.

    Alkol tüketimini yılda 8 litre altına indirilmelidir.

    Tahıl ürünleri günde 6 porsiyon veya daha fazla alınmalıdır.

    İdeal vucut ağırlığı korunmalıdır.

    Baharatlı, salamura, turşu, tuzlanmış veya tütsülenmiş gıdaların alımı en aza indirilmelidir.

    Besin katkı maddeleri iyi kontrol edilmeli ve gıdaların kontaminasyonu önlenmelidir.kaynak